Zilin çalmasına beş dakika var. Kapıda birikecek birkaçı yine. Erkenden çıkana ödül var sanki. Ayşe, Murat’ın omzuna sertçe dokunuyor. Gözlerini güç bela açıyor o an. Masadaki boş kâğıda koca bir daire çiziktiriyor zil çalmaya yakın. İçini bir hınçla karalıyor. Hâlâ almadı nöbetçi sınıf defterini. Bir an göz göze geliyor Murat’la. Valla hoca, bizim valide gidici diye ağlak ağlak dolanacak değildim okulda.
Çantasından bıçağını alıp dalın zayıf kısmını kesecekti ama eldivenlerini çıkarması gerekiyordu. Soğuktan hissetmediği dudaklarını ellerine doğru uzattı, araladı, dişleriyle sağ el işaret parmağından eldiveni yukarı doğru çekti, çantayı açtı ve bıçağı alarak yürümeye başladı. Bir adım, iki adım... kara bata çıka yürüyordu.
Kızımızın böyle geçe kalması, onun ve tayfasının paraları tomar tomar elden geçirdikçe gözleri doymaz mı olmuş ne? Rakamlara bak abi hayal bile edemiyorum. Ben ki koca koca banka kurmuş, tüm ülkede hatta Avrupa da parlatmış, adını duvarlara yazdırmış, sonra da içini boşaltmış ben bile bu kadar parayı lüpletemedim.
Kocaman bir hüzün çöktü ninesi bunu söylediğinde. Şimdi kilometrelerce uzaklara göç etti tüm aile. Kurumuş gölü, çorak toprakları, kocamış heriflerin ölümü beklediği köyü düşününce bulutlandı gözleri, nohut oda, bakla sofa evde ölmek zor geldi yine. İçi sıkıldıkça sıkıldı. Kadının tarlalar, ovalar boyunca kaybolan gözleri mahallede zorlukla buldukları evin küçücük odasında hapsoldu adeta.
Hocalarımız bizleri, “Dünya siz çaba gösterdikçe zenginleşecek, ondan alacağınız pay o denli artacak” teziyle motive etmeye çalışırlardı. Yalancı mıydınız, geleceği mi göremediniz sevgili hocalarım. Sizin dediklerinizin hiçbirisi olmuyor. Barış, dünya barışı hayal bile değil, daha da kara günler bekliyor insanlığı.