Yazının Tanıklığı/Tanıklığın Yazıları  

GECE GELEN YABANCI/Erinç BÜYÜKAŞIK

1 dakika okundu

Motorun gürültüsüyle irkildi. Gecenin bir yarısı motosikleti yumruklayan, sağ ayağıyla onu paramparça eden biri öfkeyle bağırıyordu penceredeki Arif’e. Şasi yerde paramparça. Arif’in kapısına dadanan yabancı tepeniyor amortiserin üstünde, amartiser de gitmiş güme. Vurdukça dağılan motosikleti parçalarken öldürmeye niyetlendiği Arif’in telefonun kamerasındaki yüzü canlanıyordu. Pencerenin kenarında korkuyla izliyordu olan biteni Arif o sırada. Kardeşimi mete bağlımlı ettin puşt, çık dışarı diye höykürüyordu. Arif sinmiş, ürkerek izliyordu dışarda olanları. Motorun içine etti herif, bunu tamir etmek bir motor parası ulan. Kaç gündür Ayhan abisi de malın parasını istiyordu iki gündür. Parayı buluşturacağım abi. Mahalleden gidiyorum, taşınacağım zaten. Taşınmak kaç para biliyor musun. Hem polisler de uyarıyor sürekli.

Devamını Okuyun  

Derin ve Karanlık/Meral KUTLUĞ

2 dakika okundu

Gözlerini açtığında kendisini kapkara bir boşluğun içinde buldu. Elleriyle yattığı yeri yoklamayaçalıştı. Çokça irili ufaklı taş, pis kokulu bir toprak.. Bu pis kokulu toprak, kıpırdandıkça, altında adetabilinmeyen yönlere doğru kayıyordu. Birden lisedeki büyük aşkı Ceyda geldi aklına: Hey hanım evladı, iyi kokla bak mis gibi gübre kokuyor; işte köyün kokusu. Ananın bahçesi gibi gül,hanımeli kokmaz her yer.

Devamını Okuyun  

KIVAMSIZ İLİŞKİ/ÖZLEM TÜM

1 dakika okundu

En ağır gelen de, acının üzerine dökülen çikolata soslu sohbetlerdi.Kek, bayatladığında değerlendirmek için yapılan kurtarma operasyonu gibiydi ilişkimiz .

Devamını Okuyun  

Van Gogh’un Dairesi/Enver Karahan

3 dakika okundu

Ölü domuz sürülerinin arasında gururla dikilen bir av köpeğinin yüzünde beliren ifadeyi taşıyanlar var etrafımda. Ve evimde, duvarların arasında üzeri harçla örülü tuğla deliklerininde yaşayan giganteuslarım bazı geceler bölüyorlar uykumu. Ocakta kısık ateşte demlenen bir çayın acı kokusu siniyor üzerime. Ve bekleyen telaşlar… bir film fragmanı heyecanını taşıyorlar. Evin içine dolan ‘nasıl bir telaş’ sözünü, pencereyi açıp savurdum etrafa. Rahatlamanın bir nebzesi. Halisünasyonlar arasında gerçekliği yakalama oyunu oynayan çocuklara ”merhaba” diyorum yukarıdan. Bir köşede tekmelenmiş bir topun yalnızlığı karşılık veriyor bana. Çocuklar suskun. Ellerinde canavar tutuyorlar.

Devamını Okuyun  

YOL ÖYKÜLERİ/Filiz ÖZDEMİR

2 dakika okundu

Ayakta kilometrelerce yol gitmenin çileli halleri. Balık istifi, itiş tıkış. Özellikle kadınların değişmeyen sitemleri, isyanları. Anda kalan dostluklar, yardımlaşan, dayanışan insanlar... İstanbul ulaşımının sıradan alışılagelmiş yüzü. İstanbul’u yaşamanın ve bu şehrin insanını tanımanın en kestirme yolculuğu.Kadıköy, Bakkalköy hattı. Bu iki köyün arasında, bir yerlere varma çabası. Çabanın ötesinde ayağına yer açma kapışması. Şanslıyım; Ziverbey’den binerken minibüste oturacak yer bulmuşum. Yanımda, cam kenarında genç kumral bir kadın, başında güneş gözlüğü, kulağında kulaklık, bacaklarıyla ritim tutuyor. Durak yok, her el edene durur bizim hattın şoförleri. Hatta el etmeyenin önünde de durur, kornaya basar, bekler. Diğer minibüslerden yolcu kapmakta pek bir gayretliler. İnsanların biri iniyor, beşi biniyor. Göztepe’den sonra oturmak ne mümkün, ayakta yer bulursan ne âlâ.

Devamını Okuyun  

Afrika'da En Çok Okunan Türk Yazarı/Savaş Ünlü

1 dakika okundu

Alman arkadaşım Johannes ile arkadaşlığımız gittikçe büyüdü. Dostluğun çokötesindeydi. Kardeş gibi olmuştuk. Onun sayesinde pek çok ulustan arkadaşım oldu. Çevrem öyle genişledi ki , yetmiş iki ulustan insanlarla dostluklar kurmuştum.Alman arkadaşlarım çoğunluktaydı. Oysa ailemizin geçmişine bakıyorum, Enver Paşayanlısı bir kimse de yoktu. Ama benim hatırı sayılır Alman dostlarım vardı.

Devamını Okuyun  

KADRAJDAKİ KAHKAHA/Özlem TÜM

1 dakika okundu

"Bir de buradan çek bir kare." Ezgi, fotoğraflarda içten attığı kahkahalarla geçmişine meydan okuyordu. Her güzel anısını kayıt altına almak ister gibiydi.

Devamını Okuyun  

Hayatın Anlamı/Erinç Büyükaşık

3 dakika okundu

Sabahın ilk saatleri. Evden kuşluk vakti yollara düşmek katlanılmaz hâlâ. Sabah ezanı çoktan okundu, müezzinin sabah makamında yayılan sesiyle zar zor uyandım. Gözlerimi açmam için set bir kahve içmem gerek besbelli ayılmak için. Ilık yatağımdan kalkmak, aylaklık hallerimden arınmanın zamanı. Sabahları eve bir yabancı gözüyle, aidiyetlerden uzak bakmak gerek, sokağa bedenini ve aklını bir bütün olarak bırakmanın tek çaresi aitliklerini unutmak olsa gerek. Uykudan uyanmaya inat ediyor gözlerim, yanı başımda mırıltılar içinde uyuyor kedim. Banyoya girince ilk işim musluğu açıp suyun akışına kulak vermek, suyun akışındaki artan basınç beni kendime getirebilir. Alarm ısrarla çalıyor, gözlerim hâlâ kapanık, uykunun limanlarına demir atmış halini geride bırakmış.

Devamını Okuyun  

KUŞLAR VE BABAM/Gonca Borça

1 dakika okundu

“Kuşlar, kuşları unutma” dedi babam evden dışarı çıkarken. Ona tam da okulda yaptığımız kar resmini gösteriyordum ama garip bir tedirginlikle başımı okşadı ve koşar adımlarla dışarı çıktı. Camdan seyrettim onu, acelesi var gibiydi, parkın içinden geçen karlı yolun sonunda nokta kadar kaldı ve kayboldu. Elimde resim defterimle bakakaldım arkasından. Sanki son sözü buymuş gibi söyledi ama ben anlamadım, neden kuşlar?

Devamını Okuyun  

RIZA’nın YERİ/Meral Kutluğ

1 dakika okundu

Gözlerini açtı, önce hiçbir şey göremiyormuş gibi geldi. İki eliyle ovuşturdu, tekrarbaktı. Şimdi netleşmişti görüntüler. Susuzluktan kupkuruydu ağzının içi. İğrenç bir metalik ya da paslı bir tat vardı. “Sanki hiç pas yalamışlığım varmış gibi”gülümsemek istedi beceremedi. Ne yapacağını bilemez halde yatarken yanında birsıcaklık ve bir soluk alıp veriş hissetti. Yavaşça ve merakla başını çevirdi. Sırtı hafifçe kapıya dönük, nemli saçları yastığın üzerine yayılmış genç bir kadın gördü. Çıplak bedenini incecik örtü kısmen kapatıyordu. Ensesinde ve kollarındaki minicik, kumral tüyler güneşin taze ışıkları ile parlıyordu. Yattığı yerden küçük göğüslerinin, kızıl kahverengine yakın renkte, minik üzüm taneciklerini andıran uçlarını görebiliyordu. Bu minik çıkıntılar her soluk alıp verişinde yükselip alçalıyorlardı.

Devamını Okuyun  

Oyunbozan/Münire ÖZGENCAN

1 dakika okundu

Sandaldayız. Ediz, Ben, Nevra. Ediz’in o günlerde babasıyla arası iyi değil. Hırlaşıyorlar devamlı. Sahildeki balık lokantalarından neşeli şarkılar yükseliyor. Konuşmuyoruz hiç. Uzakları, çok uzakları düşlüyoruz. Beyaz evler, evlerin pencerelerinde rengârenk çiçekler, bisikletli insanlar, parke taşlı dar sokaklar, sokaklara yayılan şarkıların ezgileri, şık mağazaların sıralandığı ışıklı caddeler. Özgürlük. Sular ülkesi. Ediz’in düşleri… Düşlerimiz.

Devamını Okuyun  

Bir Kaymakamın Karısının Kaybolan Ayakkabısı/Gülru Öztunç

2 dakika okundu

Ekimin yirmi dokuzuydu geldiklerinde. O gün başlamıştı ya kar daha da dinmemişti sanki. Şimdiyse kasaba mıydı yoksa beyaz tabut muydu bilinmez. Kışın ortası. Yollar çoktan kapandı. Ne gelen var dışarılardan ne de gidebilen. Geceler uzun. Öyle bir uzun ki hem de... Ör ör bitmiyor. Ne yana dönse korkuyla yüz yüze gelir. Çıkamaz yorganın altından bir türlü. Kurtulamaz ağırlıktan. Ay bazı geceler doğuyor. Bazıysa hiç. Toprağa hasret çocuklar. Evcilikler odaların köşelerinde. Tornetler merdiven altlarında toz tuttu çoktan. Daha şimdiden unutuldu toprağın kokusu. Görüp göreceği Hakimin hanımı, Nazımın kırmızı suratı. Canavardır kurtlar geceleri. Sürüyle gezerler aç bilâç. Gözleri birer ateşböceği. Ama şu işi nasıl etmeli. Hakimin hanımına gidip soracak bugün. Utansa da sıkılsa da soracak... Bir yolu vardır elbet. O bilir muhakkak. Bilmeli hem. Onca zamandır buradalarmış. Bir de Nazım Efendi. Ama ona nasıl sorsun? Nasıl desin?

Devamını Okuyun