Yazının Tanıklığı/Tanıklığın Yazıları  

Ada 412/Ruhşen Doğan NAR

1 dakika okundu

Çocuklar kürek çekmekten yorulmuş dinleniyorlardı. Bir şeylerin ters gittiğini ilk fark eden, on yaşındaki Hasan olmuştu: “Eyvah anne, bot su alıyor. Bak, su dolmuş hep…” İki kadın kürekleri bıraktı. Hasan’ın annesi Fatma, elleriyle botun zeminini yokladı. Epey su birikmişti.

Devamını Okuyun  

Hiçbir Hayat/Erinç Büyükaşık

6 dakika okundu

Vapurdaydılar. Gün batmak üzere. Ufuk kıpkızıl. Sultanahmet, Ayasasofya karşılarında. İlkokulda öğretmenin zorla okuttuğu o masal kitabındaki şehirleri andırıyor. Vapurun açık tarafındalar ikisi de. Yorgun, tüm sokakları arşınladılar abla kardeş. Kız omzundan indirip kardeşinin yanına yerleştirdi akordeonu. Seyredaldılar martıları, denizi, koskocaman şehri. Kızın gözleri yanı başında duran gazeteye ilişti. Bol resimlilerinden. Okunup bırakılmış. Bir cinayet haberi. On altısında kızı üvey babası cinnet anında beylik tabancasıyla vurmuş. Kızın ölü, soğuk bedeni, yatağın üstünde boylu boyunca uzanmış, bakışları donuk. Gazetedeki fotoğrafa takılı kaldı gözleri. Tüm üvey babalar cehennemde yanmalı. Koca koca kazanların altına odunları atıp yakmalılar herbirini. Vapur Kadıköy'e yanaşmak üzere. Oğlan dalgın dalgın bakıyor martılara, denize. Kızın içindeki fırtınadan oldukça uzakta seyrediyor maviliği.

Devamını Okuyun  

Zaman/Münire ÖZGENCAN

1 dakika okundu

Buraya daha önce de gelmiştim. Fakat zamanını hatırlamıyorum şimdi. Aynı kokuyu o zaman da duymuştum. Gözlerimi kapıyorum.Bu koku. Çok tanıdık. Kekrimsi. Zeytin kokusu. Buraya ait.

Devamını Okuyun  

Esmer/Özlem TÜM

1 dakika okundu

Kadın yürüdü, kadın düştü, kadın ayağa kalktı…

Devamını Okuyun  

HUZURSUZ BACAK SENDROMU/Gonca BORÇA

3 dakika okundu

Otobüs yolculuklarını severim ya da severdim mi demeliyim bilmiyorum, ta ki bu sendrom başıma gelene kadar. Cam kenarına yastığımı koyar koymaz, kıvrılıp uyurdum. Gözümü açtığımda gelmiş olurduk. Deliksiz uyku dedikleri şey işte, dünya yıkılsa sen duymazsın.

Devamını Okuyun  

AÇ KAPIYI GİR İÇERİ/Ebru Zeynep DİŞİAÇIK

1 dakika okundu

Ne sağ elleri ne de sol elleri birbirine yakınlaşmıştı. Yan yana yürüyorlardı önlerinde uzanan yol boyunca. Turuncu’nun tüm samimiyetini taşıyan genç adam, kendi adımlarıyla dahi dans ediyor gibiydi. Dışından içine doğru uzanan sessiz bir iletişim ağı vardı kimselerin duyamadığı.Yanı başında seyreden genç kadın ise iç sesiyle boğuşurdu dışardan aldığı tüm cesaretle.

Devamını Okuyun  

RABITÂ/Erinç BÜYÜKAŞIK

1 dakika okundu

Oğlan sustu sonunda. Kerem, televizyonda baba müsveddesini görünce ağlayacaktı neredeyse. Bağırıp çağırıyor ekrandakiler, küçücük kız zavallı… Bu nasıl aile… Medreseden kaçıp oğlanı kucağında misafirhaneye girdiğinde oğlan salya sümük uyuyakaldı. Devlet baba korurmuş biz, babalar korumuyor oysaki, babalar altısında heriflerin kucağında evcilik oyunu oynatıyor. Medresedeki cam çatlamış, çatladık büyüdükçe büyüyor. Soğuk giriyor içeri. Sarih olmayan hadislere bile biat ediniz. Zihnimdeki onca ezberi unutasım var. Hafzettiğim her şeyi unutmam gerek. Talâk süresi diyor ki adetten kesilmiş kızlar evlenebilirmiş, Hz Ayşe’yi kollamış Peygamber Efendimiz. İsmail Efendi kocandır, hem kocalık hem babalık yapacak sana. Babaları öldürmek gerek, karabasanlarımda ölen babaları ayaklarımın altındaki eziyoruz benim oğlanla. Târik yol demek, şeyhinde yok olmak demek evladım. Ahmet Efendi’nin tefsirini okumalısın evvelâ. Annem saçlarımı taradı o gece de.

Devamını Okuyun  

Sendrom ya da Çember/Yücel KARTAL

2 dakika okundu

Kapıyı dikkatlice tıklayarak içeri girdikten sonra lazım olduğunda ustalıkla kullanabildiği o kibar ses tonu ile memurlara “Merhaba, kolay gelsin!” deyip usulca ama etkili bir dil ve mimikle meramını anlatmaya başladı. Dışarıdaki yağmurlu ve soğuk havanın aksine bütün kedilerin mayışarak uyuyabileceği sıcacık ofise girdiğinde çocukluğunun gürül gürül yanan kömür sobaları geldi aklına ister istemez. Ofiste gözlerini hızlıca gezdirerek asıl patronun kim olduğunu anlamaya çalıştı bir taraftan. Arkadaki büyük masada, bütün işlerini bitirmiş gibi koltuğunu ileri geri sallayarak sesini duyamadığı yağmuru seyreden orta yaşlı adamın şef olduğunu tahmin ettikten sonra gözlerini diğer memurlara kaydırdı. En önde her hâliyle yeni olduğunu belli eden kızıl saçlı, boş bakışlı kızcağızı çabucak geçti. Onun yanındaki masada kulağındaki cihazla mesai saatlerinde aklının başka yerlerde olduğunu bir bakıma haydi haydi itiraf eden, tavırlarından tecrübeli memur havalarında olduğu hemen anlaşılabilen memurda karar kıldı.

Devamını Okuyun  

BEYAZ GELİNLİĞİN KIVRIMINDAKİLER/Özlem TÜM

1 dakika okundu

Aylin’in gelinliği tertemiz, bembeyaz. Uzun ipek kumaştan, yanlardan fistolu gelinliği ile evin buz mavisi salonuna girdi. Eldiveninin üzerine taktığı acı yeşil, aile yadigarı zümrüt yüzüğüne baktı. Bülent onu görünce ne düşünecekti acaba? Kapı aralandı. Büyükannesinin sesini duydu. “Kızımmm.”

Devamını Okuyun  

Ve Perde/Meral Kutluğ

1 dakika okundu

Sol kolu ile kapattığı gözlerini, o kolu yavaşça çekip, göz kapaklarının üzerine vuran ışıktan koruyarak, özenle açtı. Sert ve soğuk bir zeminde ve giderek aydınlanan bembeyaz bir yerdeydi. Kulaklarını, yakınlardan gelen ilginç sesler doldurdu. Duvarlarda yankılanan bu çırpınışlar sessizlikte inanılmaz bir biçimde yankılanıp büyüyordu. Doğruldu, uyandıran o tok seslerin sahipleri tam karşısında geniş ve derin bir nişin içinde hayretle ona bakıyorlardı. Bu umutsuz ve bembeyaz kuşların, zaman zaman duvarlara dokunan, ipeksi fakat can yakan vuruşları çaresizliklerini de anlatıyor gibiydi. Ya da ona öyle geliyordu.

Devamını Okuyun  

NEDEN OLMASIN/Özlem TÜM

1 dakika okundu

Henüz kurmadığım hayallerimi merak ediyordum… Camdan yansıyan profilim bana gülümsedi. Bu gülümseyip giden çocukluğum gibi geldi… Çocukluğumda kuramadığım hayallerime inat eder gibi, gülümsedi geleceğim… Ben, “ben seninim”

Devamını Okuyun  

Ölüm Kayalığı/Emine AYDOĞDU

1 dakika okundu

“Ben terliyorum” diyerek tepinmeye başladı. “Burası sıkış tıkış. Ayaklarımı hareket ettiremiyorum.” Su, gözleriyle Toprak’ı sakinleştirdi. Sabırla beklemesini öğütledi. Toprak, babasını özlemişti. Babası, üç gün önce mavi kamyonla götürülmüştü. Kamyona binmemek için direnmişti. Direnince ellerindeki sopalarla başına, sırtına vurup, tekmelemişlerdi. Kan içinde yerde kımıldamadan yatıyordu. Siyah çöp poşetinin içine koyup, kamyona fırlatmışlardı. Kamyonun kasasından güm diye bir ses gelmişti. Poşet yırtılmıştı. Babası kalkmaya yeltenirken, o ara Toprak’la göz göze gelmişti. Toprak’a “kaç uzaklaş” der gibiydi.

Devamını Okuyun